//-->

HİKAYELER

Seyyah Gözüyle Kayseri

Seyyah Gözüyle Kayseri

Yaklaşık 6 bin yıllık tarihi olan Kayseri, hemen hemen her dönem önemli bir yerleşim yeri olmuş, özellikle ticaret ve alış veriş merkezi olmasıyla yerli ve yabancı seyyahların dikkatini çekmiştir.

Bu bölümde çeşitli tarihlerde şehre gelen yerli ve yabancı seyyahların Kayseri hakkında verdikleri bilgilere, gözlemlere ve tespitlere yer verilmektedir.

Buyurun tarihin tozlu sayfalarına bir seyahat düzenlemeye ve ‘Seyyah Gözüyle Kays eri’yi gezmeye…

 

STRABON (M.Ö I. YÜZYIL)

Bilinen en eski seyyah olan Strabon, Kayseri’ye de gelen ilk seyyahtır. M.Ö I. yüzyılda şehre gelen Strabon, kendisinden sonra gelecek olan tüm seyyahlar gibi özellikle Erciyes Dağı üzerinde durur. Erciyes’in daha o zaman bile tepesinde hiçbir zaman karının eksik olmayışından bahseden seyyah, açık havalarda Pontos(Karadeniz) ve İsikos(Akdeniz)’in görülebildiğini abartılı olarak anlatır. Nitekim çok sonraları 19. yüzyılda dağa tırmanan birçok seyyah Strabon’un bu ifadesinin doğruluğunu araştıracaktır.

M.Ö I. yüzyılda şehrin kurulduğu yeri göstermesi bakımından Strabon’un verdiği bilgiler önemlidir. Şehrin Argaios (Erciyes)’in eteklerinde kurulduğunu belirten Strabon, toprağının tarım yapmaya elverişsiz, kıraç, kumlu ve altının kayalık olduğunu doğru bir biçimde tespit eder. Eski Kayseri olarak bilinen bu yerleşim yerine ait kalıntılar şehrin güneyinde Battal Mahallesi olarak bilinen yerde yeralmaktadır.

Strabon şehre geldiğinde arazi üzerindeki çukurlardan ateşler çıkıyordu. Seyyah, bu ateş çukurlarını, bölgenin volkanik bir arazide olmasına bağlayarak açıklamış ve toprağın altında soğuk su ve ateş bulunduğunu belirtmiştir.

Şehrin o zamanki durumu ile ilgili en ilginç bilgilerden birisi ise şüphesiz Erciyes Dağı’nın etrafının ormanlarla çevrili olmasıdır. Ormanların sık oluşundan dolayı Kapadokya’nın kereste ihtiyacı buradan karşılanıyordu. Bugün dağda hiç orman bulunmaması, bölgenin yapı malzemesinin uzun yıllar buradan temin edilmesi ve sonucunda yok edilmiş olması ile açıklanabilir.

Zaman içinde şehir halkı tarafından kutsal kabul edilen Erciyes Dağı M.Ö IV. yüzyıla kadar bir kült merkezi olarak görülür. Antik dönemde basılan birçok sikke ve paralarda dağın sembolik olarak çizilmiş tasvirinin bulunması da bunu doğrular niteliktedir.

Strabon’un şehir hakkındaki ilginç gözlemlerinden birisi de şehrin yaşamaya elverişli bir bölge olmamasına rağmen, kralların burayı şehrin etrafındaki taş ocakları ve Erciyes’in eteklerindeki ormanlar nedeniyle tercih ettiğini belirtmesidir. Erciyes eteklerindeki ormanlar ile varlıklarını günümüze kadar koruyan taş ocakları bu şehri her daim gözde kılmış ve uğruna yüzyıllar boyu savaşlar yapılmıştır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de bu taş ocakları önemini korumuş ve kale, sur, köprü, cami, medrese gibi yapılar için malzeme üretmiştir.

Şehirde yaşayan halkın o dönemde daha çok sığır yetiştiriciliği yaptığını yazan Strabon, halkın hayvanlarını otlatmak için şehir dışına çıktığını ve ancak akşamları evlerine döndüklerini belirtir. Şehir bu haliyle adeta bir kamp yeri olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle şehrin gündüz ve gece nüfusu arasında belirgin bir fark vardır.

Şehrin sınırlarını ve komşu bölgelere olan uzaklıklarını anlatan Strabon, ayrıca iklim ve üretilen tarım ürünleri hakkında da bilgiler verir. Çeşitli meyvelerin, özellikle de hububatın çokça yetiştiğini ve Pontos (Karadeniz)’den daha soğuk bir yer olduğunu söyler.

Strabon, Kapadokya bölgesinin ürettiği bir üründen ayrıca bahseder. Bu antik çağda ‘Sinoplu’ olarak bilinen boyadır. Bu boyanın Kayseri’de üretilip üretilmediği belli değildir. Strabon, Kapadokya’da üretilen bu boyanın tüccarlar tarafından Sinop’a sevk edildiğini ve buradan gemilere yüklenerek satıldığını belirtir. Bu durumda boyanın Sinop’tan satılması nedeniyle antik çağda bu boyaya Sinoplu adı verilmiştir.

Strabon’un verdiği bilgilerden M.Ö I. yüzyılda şehrin ilk kurulduğu yer olan Mazaka’dan ovaya doğru bir yayılmanın başladığı, eski şehrin etrafında müstahkem mevkilerin bulunduğu öğrenilmektedir. Bu bilgilerden bugünkü Kayseri’nin fiziki yapısının henüz bu dönemde olaşmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte şehirdeki müstahkem mevkilerden birisinin bugünkü iç kalenin temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

PROKOPİOS (M.S 550)

Prokopios’un anlattığı dönemde şehir henüz bugünkü yerinde değildi. Erciyes Dağı’nın eteklerinde bugünkü Battalaltı ve Esenyurt semtlerinin çevresindeydi. III. yüzyılda inşa edilen sur duvarları bakımsızlık nedeniyle oldukça yıpranmıştı. Roma döneminde kentin önemli bir merkez olması nedeniyle oldukça fazla nüfusu vardı. Bu nüfus nedeniyle eski şehir çok uzun sur duvarlarıyla çevrilmiştir.

Prokopios, şehrin bu durumunu belirttikten sonra, imparator Justinianus’un şehrin etrafında gerçek emniyeti sağlayan bir duvar yaptırdığını anlatır. Şehrin bu haliyle, hücum yapılsa bile kolaylıkla ele geçirilemeyeceğini de belirtir.

Yine bu dönemde surlardan başka kilise, sağlık yurdu, halk hamamları ve zengin şehirlerin bir göstergesi olan birçok yapının da yapıldığını ifade eden Prokopios, kentin bu haliyle Romalıların eyalet şehri diye adlandırdıkları metropolis haline geldiğini anlatır.

EL HEREVÎ (1215)

Gezip gördüğü yerlerdeki daha çok sanat eserlerini ve tabiat harikalarını anlatan El Herevi’nin Kayseri’ye ne zaman geldiği ve ne kadar kaldığı hakkında net bir bilgi yoktur. Bununla birlikte kentteki bazı yapılar hakkında verdiği bilgiler daha sonraları başka araştırmacılar tarafından da aynen kullanılmıştır. El Herevi, şehir hakkında şu bilgileri verir: “Şehirde Ali bin Ebu Talib’in oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye’nin hapsedildiği yer ve Battal Camii vardır. Yine içinde antik kalıntıları bulunan bir hipodrom, Atlar Tablası ile Sezar için inşa edilmiş ve bir lamba ile ısıtılan hamam vardır. Allah doğrusunu bilir. Buranın yakınında Asib tepesi ve üzerinde ünlü Arap şairi İmru’l Kays’ın mezarı vardır”

Yazarın adını verdiği cami Kayseri’nin güneyinde eski Caesarea’da yer alır. Kayseri’ye gelen hemen her seyyahın dikkatini çeken bu yapı, kentteki ilk İslami dönem yapısı olması bakımından önemlidir.

Battal Camii’nin hemen yakınlarında bulunan ve el Herevi’nin bahsettiği hamam ise kalıntı halinde 1950’li yıllara kadar ayakta duruyordu. Bu tarihten sonra yıkılmıştır. Yine bu hamamdan Evliya Çelebi, Schweinitz, Naumann gibi birçok seyyah da bahsetmiştir.

Yazarın verdiği bir diğer bilgi ise Asib tepesi üzerinde ünlü Arap şairi İmru’l Kays’ın mezarının bulunmasıdır. Bugün bile sır olan bu konuda söylenecek fazla bir şey yoktur. Ancak Kadı İbnü Abdü’z-zair’in de bundan bahsetmesi, böyle bir olayın olabileceğini düşündürmektedir.

WILLIAM RUBRUCK (1253-1254)

Ortaçağın önemli seyyahlarından olan Rubruck, Orta Asya’dan ülkesine dönerken Kayseri’ye de uğramıştır.

1253 yılının Nisan ayının dördünde şehre giren seyyahın, şehirde ne kadar kaldığı belli değildir. Ancak 15 gün sonra Konya’ya ulaştığı düşünülürse yaklaşık bir hafta kadar kalmış olmalıdır.

Seyyah şehirdeki Büyük Basil Kilisesi’nin sadece adını belirtmiştir. Bu kilisenin yeri hakkında bilge vermemiştir. Bunanla birlikte kentteki kiliselerin, diğer Anadolu kentlerinde olduğu gibi Moğol işgali sırasında tahrip edildiğinden kısaca bahsetmiştir.

KADI İBNİ ABDÜ’Z-ZAİR(1277)

1243 Kösedağ Savaşı sonrasında Anadolu’da yaşanan Moğol istilası ve ardından başgösteren başıbozukluğu gidermek üzere Mısır’dan Anadolu’ya hareket eden Memluk Sultanı Baybars ile birlikte Kayseri’ye gelmiştir. 21 Nisan 1277’de Kayseri’ye gelen İbni Abdü’z-zair, gezi boyunca günlük tutar gibi bilgiler vermiş ve Kayseri hakkında önemli tasvirler yapmıştır.

Celalettin Karatay tarafından yaptırılan Karatay Kervansaray’ından övgüyle bahseden İbni Abdü’z-zair, yapıda kullanılan taşların adeta mermeri andıran nitelikte olması ve bu taşlardan yapılan duvarlar ile kapının üzerindeki süslemelerin bir benzerinin daha bulunmadığını anlatır. Ayrıca kervansarayın içinde hastane (bimaristan), eczane(edviye) gibi sağlıkla ilgili yapıların bulunduğunu ifade eden seyyah, verdiği bu bilgiler ile Ortaçağ’da Anadolu’daki kervansarayların işleyiş tarzını da ortaya koyar.

Şehrin yakınlarındaki Gürpınar Köyü olarak adlandırılan Salkuma köyünden bahseden İbni Abdü’z-zair, bu köyde Arapların ünlü şairi İmru’l Kays’ın mezarının olduğunu belirtse de bununla ilgili başka bilgi vermez.

Anadolu Selçukluları zamanında şehirde Keykubadiye ve Devlethane adında iki saray bulunduğunu ifade eden seyyah, Baybars’ın geleneklerin aksine Keykubadiye Sarayı’nı değil Devlethane(Saltanat Sarayı)’yi tercih ettiğini belirtir ve bu saraydan övgüyle bahseder. Şahane bir bina olan saray, etrafı meyve bahçeleriyle çevrilmiş, duvarları göz alıcı muhteşem çinilerle bezenmiş ve en güzel bezemelerle süslenmiştir.

Selçukluların önemli bir kenti konumunda olan Kayseri’de medreseler, tekkeler, ribatlar bulunduğunu ifade eden İbni Abdü’z-zair, bu yapıların şehrin ileri gelenleri tarafından yaptırıldığını ve iç ve dış dekorasyonu ile devrinin ilerisinde olduğunu hayranlıkla belirtir.

İbni Abdü’z-zair, şehrin tasvirini yaparken, “Kayseri’de akar sular vardır. Şehrin güzel bahçeleri arklar ile sulanır. Kayseri çarşısı da şehrin etrafını çevirir. Şehrin içinde çarşı ve hatta dükkan bulunmaz” diyerek o zamanlarda şehrin düzenli bir sulama sistemine sahip olduğunu ortaya koyar. XX. yüzyıla kadar varlığı bilinen bu arkların bir kısmı şehrin güneydoğusunda yer alıyordu. Yine şehrin pis su sisteminin de ayrıca bulunduğunu biliyoruz.

Seyyahın şehir hakkında verdiği diğer önemli bilgi de ticari yapıyla ilgilidir. Buna göre şehirde sanılanın aksine Selçuklu döneminde ticari yapının surların dışında bulunduğunu, surların içinde dükkan dahi bulunmadığını, bugünkü kapalı çarşı çevresindeki ticari yapının ilk inşasının Selçuklu döneminde değil, daha sonra oluştuğunu öğreniyoruz. Nitekim Selçuklu dönemi vakıf kayıtları, bu durumu doğrulayarak, hanların ve ticaret yapılarının surların dışında bulunduğunu belirtir.

Seyyah, şehirdeki yapılardan bahsederken, Sahip Ata Fahreddin Ali’den övgüyle bahseder. Sahabiye Medresesi’ndeki otağ ve çadırın büyüklüğü ve zenginliğinin hükümdarlarda dahi olmadığını belirtir.

İBNİ BATUTA(1332-1333)

14. yüzyılda pek çok ülkeyi gezen ünlü seyyah İbni Batuta, 1330-1340 yılları arasında Anadolu’yu dolaşmış ve 1332-1333 (H.733) tarihinde Kayseri’ye gelmiştir.

Seyyah’ın Kayseri’ye geldiği dönemde Ahiler’in yönetimde söz sahibi olduğunu ve ayrıca ilk kez bir kadının bir şehri yönettiğini öğreniyoruz. Seyyah kent ve idaresi hakkında şunları söyler:

“Burası da Irak hükümdarının elinde olup Anadolu’nun en büyük şehirlerinden birisidir. Irak askerlerinden bir kısmı burada bulunduğu gibi, anılan Alaaddin Eratna Beğ’in hanımlarından biri de bu şehirde oturmaktadır. Bu hatun en iyi ve faziletli kadınlardandır. Irak sultanı ile de akrabalığı vardır. Kendisine ‘Ağa’ diye hitap edilir. Ağa büyük manasına gelmektedir. Sultana yakınlığı bulunan herkese bu unvan verilir. Asıl adı Taga Hatun’dur. Huzuruna çıktığımızda bizi ayakta karşılayarak iyi şeyler söyledi. Yemek hazırlanmasını emretti, karnımızı doyurduk. Yanından ayrılırken, bize kölelerinden birisinin vasıtasıyla koşumu mükemmel bir at, bir hil’at ve bir miktar da para göndererek özür diledi”

Taga Hatun’un yanından ayrılan seyyah bir süre Ahi Emir Ali’nin zaviyesinde ağırlanmıştır. Bu şahıs hakkında tarihi kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamakla beraber, Eratna Beyliği döneminde önemli bir görevde bulunduğunu biliyoruz. Emir Ali’nin Türbesi, bugün şehrin güney tarafında Erciyes yolu üzerinde yer almaktadır.

POLONYALI SİMEON(1618)

Polonyalı Ermeni Simeon, Kudüs’ten ülkesine dönerken 1618 yılında Kayseri’ye de uğrayarak bir ay kalmıştır. Kayseri’yi “iç ve dış olmak üzere iki kat surla çevrili olan şehrin iç kısmında, Surp Asduadzadin ve Surp Sarkis adlarını taşıyan iki kilise vardır” şeklinde tanımlar.

Simeon, kentin fiziki gelişimi ile ilgili bazı bilgiler de verir. Şehirdeki evlerin ham kerpiçten yapıldığı, evlerin kapılarının çok küçük olduğu ve içeri ancak eğilerek girildiğini söyler. Seyyah şehrin genelde bir virane manzarasına sahip olduğunu, fakat bununla beraber hanlar, bedestenler, dükkanlar, çarşı-pazar ve kuyumcu dükkanlarının bulunduğunu anlatır. Bu ticari zenginliğe karşılık çevrede çok az insanın bulunduğunu belirten Simeon, 17. yüzyılda genelde Anadolu’da yaşanan Celali isyanlarından Kayseri’nin de etkilendiğini ve Celalilerin şehri tahrip ettiklerini söyler.

Diğer birçok seyyah gibi Simeon da meşhur bir dağ olan Erciyes’den övgüyle bahseder. Erciyes Dağı’nın Bursa’daki Keşiş Dağı dediği Uludağ’dan daha yüksek olduğunu ve dağın tepesinde yaz kış kar bulunduğunu anlatır.

Şehrin etrafının tıpkı Edirne’de olduğu gibi bağ ve bahçeyle çevrili olduğunu belirten Simeon, şehir halkı hakkında da bazı bilgiler verir: “Buranın insanları da misafir adamlar olup, bizi hergün akşam bir bağa götürüyorlar ve akşama kadar yemek ve tatlı içeceklerle ağırlıyorlardı. Bu insanlar tatlı dilli, kurnaz ve nüktedan adamlar, aynı zamanda boyacıdırlar”

Simeon şehirde bir ay kadar kaldıktan sonra batıya doğru yola çıkmıştır. Yol güzergahında bulunan Kızılırmak’ı Yalnız Göz(Tekgöz) Köprüsü yardımıyla gezen seyyah, köprüyü Venedik’teki Rialdo köprüsüne benzetmiştir.

KATİP ÇELEBİ(1624)

Osmanlı döneminin ünlü gezgin ve tarihçisi olan Katip Çelebi, Abaza Paşa isyanını bastırmak üzere Anadolu’ya gelen ordu ile birlikte Kayseri’ye 1624 tarihinde uğramıştır.
Abaza Mehmet Paşa, Erzurum beylerbeyliğinde bulunduğu sırada Sultan II. Osman’a karşı başkaldırmıştır. Bu ilk isyanı bastırmak üzere gönderilen Veziriazam Mehmet Paşa, onunla Kayseri civarında bir savaşa başlamış, Katip Çelebi de bu savaşı yüksek bir yerden izlemiştir. Seyyah, Kayseri’ye gelişini ve olayları şöyle anlatır:
“Zilkadenin 25 günü Develihisar’dan geçilip Kayseriye sahrasının batısında Karasu Köprüsü’ne varıldı. Celali alayları görünüp ileride çarcılar cenge başladı. İkindi olup akşam yakın olmağla, orduyu humayun köprü başında konup alaylar ile sahrada biraz durdular. Veziriazam, o gün vakti dardır diye, cengi erteye koymak için yürümedi. Düşmanın yener gibi görünmesi üzerine, sipah alayında zorbalar serdara hücum edip ‘biçin yürümezsin?’ diye mızrak üşürdüler. Fakir ol mahalde hazır idim, merhum paşa bir altın yaldızlı tulga giymiş idi. Mızrak şakırdısı el an kulağımdadır. Birkaç ayak yürüyünce, düşman dönüp cenk erteye kalıp çarhadan haber geldi. Etrafa karavullar konup o gece köprü başında konakladı. Ertesi gün iki taraftan alaylar kurulup kanun üzere, ön sağ ve sol safları bağlandı. Serdar önüne yeniçeri alayı ve toplar dizilüp daha ileride beyler ve çarhacılar, sol yanımız dağlar ve sağ taraf Kayseriyye’nin geniş ovası idi. Abaza Paşa alayların dahi dağdan sahranın bir ucuna varınca dizüp, koca kuşlukta iki asker birbirini görüp karşı karşı durup fakir silahdar alayında bile idim, cengin kızıştığı vakitte yolumuz bir yüksek yere uğrayıp alaylar durmuş idi. Bu cengin ahvalini yakın üzere müşahede ettim. Serdar önünde dizilen yüz kadar şahi kale döğerler, Celali saflarını hedef alıp ateş eyleyince, birbirine girip bozuldular. Sol koldan dağa sekban döküp havale etmiş idi. Bunlara yeniçeri karşı durup ol taraftan karşıladılar. Sağ ve soldan sipah ve silahdarın yüğrük bayrağı çikup alay önünde biraz durdu. Gönlünde olan altına varup birkaç yüz atlı olunca, düşman tarafına at kaldırıp iki ok atımı yerdeki savaş yerine varıp cenkte düşen leşlere basarak geçtik. Ol mahalde düşman alaylarından eser kalmayıp tamamıyla bozulup gitmekle biraz duruldu. Ve hepsi bir saat kadar zamanda bölük bölük bertaraf kılındı. Başlar, diller, gelüp serdar önüne döküldü. Ve Celali ordusuna uğramağa mecal olmayıp ağırlıklarını ve cadırlarını asker yağma edip doyum oldular. Birkaç pare top var imiş, araba üzerinde serdara götürdüler. Ol mahalden Rumeli Beylerbeyi İlyas Paşa, askerleriyle ardınca gidip, serdar orduyu humayuna döndü. Çadırları dahi Kayseriyye önünde kurulmuş idi. Ol gece mum donması ve şenlikler olup birkaç gün Kayseriyye sahrasında oturuldu.”
Katip Çelebi Kayseri yakınlarında olan bu savaşı ayrıntılı olarak anlatmasına rağmen kent hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir.

EVLİYA ÇELEBİ(1649)
Anadolu hakkında önemli bilgiler veren ve pek çok konudaki tek yerli kaynağımız olan Evliya Çelebi, 1649 yılında şehre gelmiştir. Kentte ne kadar kaldığı belli olmamakla beraber, verdiği bilgiler değerlendirildiğinde uzunca bir süre kentte kaldığı anlaşılmaktadır.
Kentin dış kale surlarının çevrelediği alanı aşağı şehir olarak adlandıran seyyah, buralardaki ev sayısını 1.000 olarak verir. Surun beş kapısının ismini ise şöyle sıralar:

“Boyacı kapısı ve Keçi kapısı güneye bakar, Mahkeme kapısı yanında Asar önü kapısı doğuya açılır. Pazar kapısı kuzeye doğrudur. Atpazarı kapısı da kuzeye açılıp Paşa Sarayı yakınındadır. Bu surun etrafı hendektir. Kışın bu hendek su ile dolup baharda da hendek içine bostan ekerler. Hoş sebzesi olur.”
Seyyah, kentin mahallelerinden önemli gördüklerinin isimlerini verir. Bunlar; Müftü hamamı önündeki Büyük ve Küçük Çeşme Mahalleleri, İshak Çelebi, Katırcızade, Oduncu, Fırıncı, Tekke Ovası pazarı, Debbağlar ve Hacı İvaz Mahalleleridir.
Ulu Cami’nin en eski cami olduğunu ve avlusunda salkım söğütlerin bulunduğunu anlatan Evliya Çelebi, şehirdeki camilerin isimlerini de tek tek belirtir: Şeyh Emir Sultan, Lala Paşa, Osman Paşa, Hacı Paşa, Çiğdelizade, Hunat Hanım, Hatırcızade, Kurşunlu, Ulvan, Hacı İvaz, Hacı Kılıç, Yeni Cami, Debbağlar, Akçorbacı Camileridir. Bu camilerin bir kısmı maalesef günümüze kadar gelmemiştir. Bunlar; Hacı İvaz, Debbağlar, Akçorbacı ve Yeni Camileridir. Debbağlar Camii aslında bir mescit olup, kuruluşu Ahi Evran’a kadar gitmektedir. Kentin güneyinde Yoğunburcun önünde yer almaktadır. Yeni Cami ise 1960’lı yıllara kadar sağlam olarak gelmesine karşılık daha sonra tamamen yıkılmıştır.
Şehirdeki medrese isimlerini de sıralayan Seyyah, Sultan Ziba Medresesi, Hunat Hanım Medresesi, Hacı Kılıç Medresesi ve Müftü Medresi’ni zikrettikten sonra, şehirdeki eğitim hakkında da şu bilgileri verir:

“Bilginleri Kur’an-ı Azimuşşan okunuşuna son derece dikkat edip, harfleri ve kelimeleri hakkıyla okurlar. Elan hazfa okunuşu üzere okurlar. Her cami ve medresede hadis ilmi öğrenenler vardır. Her camide mutlaka bir mektep bulunur. Çocuklar oldukça zeki olup, hafızaları çoktur”

Evliya Çelebi, şehirdeki tekkelerden sadece ikisinden bahseder. Bunlar; haftada iki defa Mevlevîlerin, Mevlana ayini yaptıkları yer diye tanımladığı Celâleddin Rumî Tekkesi ile Seyyid Battal Cafer Gazi Tekkesidir. Seyyahın bahsettiği Mevlevi tekkesi surların içinde, kale önünde yer alıyordu. 1960’lı yıllara kadar ayakta olan yapı, bir yangın esnasında yok olmuştur. Diğer tekke hakkında ise herhangi bir bilgi yoktur.
Evliya Çelebi, şehrin çarşı ve pazarları hakkında da önemli bilgiler verir. Şehirdeki pazarların isimlerini vererek bu bölümü şöyle anlatır:

“Kayseri’nin de Bursa ve Edirne gibi iki yerde kagir kapalı çarşısı vardır. Bir kuyumculardır ki her türlü kıymetli eşya ve mücevherler bulunur. Çeşitli kap kacak eşyaları pek çoktur. Kuyumcuları mücevher eşya işlerler. Büyük bedestende zengin tüccarlar alış veriş edip, nice çeşitli kumaşlar satın alırlar. Büyük çarşılardan Uzun Çarşı gayet süslüdür. At Pazarı’nın yanında olup sadece Kapamacılar çarşısıdır. Bunun sağ tarafında Un Kapanı vardır. Beyaz un burada satılır. Acaib hikmettir ki, bu şehirde un çuvalı içine unu koyup on sene kadar durdursalar asla çürümeyip yine has, beyaz ekmeği olur. İç kale kapısından çıkınca, Atarlar çarşısı vardır ki, çeşitli ilaçların kokusundan gelen gidenin dimağları kokulanır. Attarlardan aşağı temiz ve güzel berber dükkanları vardır. Her birinde temiz ve namuslu birer civanları bulunur. Birden aşağı, ‘Pine duran’ yani eski pabuç ve çizme yamayıcı dükkanlar vardır. Oradan yine caddenin iki tarafı Kara keçili dükkanına varınca bütün kapama ve zubun yapan terzi dükkanları bulunur. Sonra temiz bakkal dükkanları vardır. Muhtesip dükkanı buradadır ki, bütün sarraflar devlet ayarı dışında bir dirhem noksan vermezler. Buradan aşağı hep kasap dükkanlarıdır. Kasap çırakları yüzlerce Karaman koyun ve kuzularını parça parça edip her parçaya gül takarak, zağferan sürüp satarlar. Bunların alt tarafında has ve beyaz börekçiler ile çörekçiler vardır. Muhtesip Ağa dükkanını geçince, Arpacılar Çarşısı, Kazancılar Pazarı, Samurcular Çarşısı gelir. Buradan iç kale önüne varılır. Sol tarafı Mevlevihane bahçe kapısıdır. Bahçe Uzun Çarşı başında son bulur. Saraçhane ile Haffafhane Pazarı, aydınlık, düzenli ve çok kalabalık pazarlardır. Debbağlar Pazarı da çok temizdir. Odun Pazarı kale kapısında olup, o kale kapısına da Odun Kapısı derler. At Pazarı Kapısı, Paşa Sarayı yakınındadır. Koyun Pazarı da o civardadır.”
Şehirdeki çarşıların dışında pazarlar hakkında da bir takım bilgiler veren Seyyah, ayrıca şehirdeki hanlara da değinerek isimlerini de şöyle sıralar: Boyacı Kapısı yanındaki Kağlamaz Hanı, Kapan Hanı ve Uzun Çarşı içinde dediği Gön Hanıdır. Bu hanlardan Kağlamaz Hanı günümüzde ulaşmamış olup, yeri de belli değildir. Gön Hanı ise seyyahın tarif ettiği gibi Uzun Çarşı üzerindedir, ancak bugün yıkık bir haldedir.
Şehirde çok sayıda hamam bulunduğu belirten Evliya Çelebi, bunlar hakkında da ayrıntılı bilgiler verir. Hunat Hatun Hamamı’nı dış varoşta diye tanımlayan Seyyah ayrıca Kadı Hamamı, Gürcü Hamamı, Yeni Kadı Hamamları’nın iç kalede olduğunu söyler. Evliya Çelebi bunların dışında Hüseyin Paşa Hamamı, Paşa Hamamı, Meydan Hamamı, Sultan Hamamı, Selahaddin Hamamı, Eski Pamukçular Hamamı, Güzel Paşa Hamamı ve Yeni Hamamı isim olarak zikreder.
O dönem Kayseri’sine ait çok önemli bilgiler veren Evliya Çelebi, çeşmelerden ve içme suyu şebekesinden de bahsetmeden geçemez. Şehirde çok sayıda çeşme bulunduğunu ve çeşmelerin suyunun Germir’de Kens Pınarı denilen yerden çıktığını belirten Seyyah, çeşmelerin isimlerini de tek tek sayar. Bugün birçoğu ayakta olmayan çeşmelerden bazıları şunlardır: Mevlevihane kapısı önündeki çeşme, Seyremisli Çeşmesi, Keçi Kapısı Çeşmesi, Paşa Sarayı Çeşmesi, Kuyumcularbaşı Çeşmesi, Kağlamaz Sebili ve Hundiye Sebilidir.
Seyyah, şehirdeki evliya kabirlerinin isimlerini de belirtir. Bunlardan bazıları şunlardır: Mehmed Hanefi bin Emir’el-Mü’min, Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizi, Şeyh Rükneddin Sicani, Şeyh Evhadüddin Kirmani, El-Sultan el Melik Mehmet el-Gazi, Şeyh Hazret-i İbrahim Tennuri, İmru’l Kays, Zeynelabidin Maham, Şeyh Ahmet Tayrani.
Bu isimler içinde en çok dikkati ünlü Arap Şairi İmru’l Kays çekmektedir. İmr’ul Kays’ın Kayseri’de Asib Dağı’nda gömülü olduğundan ilk olarak El-Herevi bahsetmiştir. Yine Kadı İbnü Abdüzzahir de şairin Kayseri’de gömülü olduğunu belirtir. Evliya Çelebi, şairin mezarının Ases Dağı’nda olduğunu ve burasının halk tarafından ziyaret edilen yerlerden birisi olduğunu belirtir. Ancak bu dağın kenti çevreleyen dağlardan hangisi olduğu belli değildir.
Evliya Çelebi şehirdeki gayrimüslimler hakkında bilgiler verse de bunlar kısıtlıdır. Şehirde üç tane kilisenin olduğunu, bunlardan ikisinin Gemçi (Kiçikapı olsa gerek) Kapı’sının iç yüzünde, diğerinin ise Mevlevihane’nin yanında yer aldığını anlatmıştır. Kentte Yahudilere ait bir havranın da bulunduğunu belirten Seyyah, bunun yeri hakkında ise hiçbir bilgi vermemiştir.
Kente gelen ilk Türk Seyyahı olan Evliya Çelebi, gözlem ve incelemelerine dayanan bilgilerini, kendinden önceki dönemlerde yazılmış bazı kaynaklarla pekiştirmiştir. Aktardığı bilgilerle XVII. yüzyıl Kayseri’si eksiksiz bir biçimde tanımlanmıştır. Eserinde tarihi yapılar dışında kentin fiziki ve sosyal yapısı ile ilgili bilgiler vermesi de önemlidir. Seyahatnameler içinde sadece Evliya Çelebi’ninkinde şehrin mahalle ve pazarları gibi unsurlar tam olarak verilmiştir.

Kayseri`nin cana can katan güzel esen havasının anlatılması:Şehrin zemini Erciyes Dağı eteğinde olduğundan şehrin bütün hanelerinin yüzü kuzey tarafa dönüktür. O yüzden saba rüzgarı gibi bir tür ruhlara rahatlık veren havası vardır ki seher vakti kalkan can havayı kokladığında nesim havasını müşahede eder.

Evlerdeki tatlı su kuyularının anlatılması: Tamamı üç bin adet hayat suyu kuyularıdır. Elbette ve elbette her hanede birer ikişer kuyular bulunur.

Tatlı su nehirlerinin anlatılması: Bu Kayseri şehrinin dört tarafında yüz on yedi adet arklar, kaynak suları ve akarsular vardır. Genellikle bu şehre eğimli olan Erciyes Dağı yaylasından doğan akarsulardır. Ama şehrin alt yanında Koyun Köprüsü suyuna Gerizler Suyu derler. Adı geçen Koyun Köprüsünden geçip akarak Mazlumoğlu köprüsünden iner, Ali Köprüsüne varır. Ondan akıp Saz`a karışır. Ondan Yalınızgöz Köprüsü yakınında büyük nehir Kızılırmak`a katılır.

Kayseri`nin hamamlarının anlatılması: Kadı Hamamı iç kalede gayet iç açıcı hoş havalı ve çifte hamamdır.

Taşra varoşta Hundi Hanım Hamamı gayet eski hamamdır.

Yine aşağı kalede Hüseyin Paşa Hamamı Süleyman Han asrında Koca Mimarsinan yapısı olduğundan gayet san`atlı güzel tarhlı hoş yapı aydınlık bir hamamdır.

Salahattin Hamamı gayet hoş ve eski hamamdır. kadınlar için ona bitişik bir hamam daha vardır. Bu hamam önünde kale hendeği kenarında bir İrem bağı gibi cennet bahçesinden nişan verir bir bahçesi vardır. Hamamdan sonra nice canlar bu bu bahçede cananlarıyla can sohbeti ederler.

Garez Paşa Hamamı Tekke yakınında müftünün yeni hamamı oldukça iç açıcı, rahat, geniş, pak ve aydınlık bir hamamdır.

San`atları ve kazançlarının anlatılması:Bu şehirde gerçi bütün san`at ehli olup işleri ve san`atları beğenilir ama dağlarında mazısı gayet çok olduğundan debbağlar keçi derisini tabaklayıp sarı sahtiyan yaparlar, sanki altun sarısıdır ki insanın yüzünün rengi belli olur. Hatta halk dilinde darb-ımeseldir ki “Kayseri sahtiyanı gibi gıcır gıcır öter” derler. Papucu, mesti ve içi darayili sarı tabanlı çizmesi yeryüzünde yoktur. Bütün vezirlere hediye gider.

Yiyeceklerin anlatılması: Evvela has ve beyaz ekmeği, lavaşa yufkası, katmer çöreği, katmerli baharatlı böreği, lahm-ı kadid (kurutulmuş et) adıyla meşhur kimyonlu ve baharatlı sığır pastırması ve kokulu et sucuğu yeryüzünde yoktur. Padişahlara hediye gider.

İrem bağları gibi mesire yerlerinin anlatılması:Tamamı yüz üç adet gezinti yeri, dinlenme yeri ve seyir yeri vardır.

Hisarcık mesire yeri: Şehrin (-) tarafında Erciyes Dağının eteğinde abıhayat sulu ve çemenzarlı bir ağaçlık teferrüc yeridir ki Rum, Arap ve Acem`de türlü türlü kirazı meşhurdur.

Şehir içinde yaşlı insanlara Mevlevihane mesire yeri. Atlılara eski Kayseri`de Bektaşı Tekkesi mesire yeri.

Yine yaşlı insanlara Namazgah mesire yeri: Bütün ileri gelenler, küçükler, büyükler bu musallaya istiska duasına(yağmur duasına) çıkarlar bir yeşillik ibadetgahdır.

Alaedddin Köşkü mesire yeri: Ferahlık verici yeşillik bir yerdir.

Ali Dağı dinlenme yeri: Hazret-i Resul zamanında Kur-an-a Azime nazire eden mel`un İmrü`-Kays Hazreti Ömer korkusundan Harkil Kayser krala kaçıp öldüğünde bu dağa gömülmüştü. Bu dağda maşadı vardır.

Eski sultanların kabirleri yakınında Ziyaretçiler Kasrı mesire yeri.

Erciyes dağında Baba Riten yaylası ve Baba Riten-i Hindi sekiz yüz sene yaşamış olup sahabe-i kiramdan seçkin kimsedir.

Yuvarlak Dede ziyareti yakınında Kuşçu Paşa Tepesinde Cirit meydanı mesire yeri: Şehrin bütün at binici şahbaz gençleri bu vadide silahşörlük edip cirit oynarlar. Sanki dümdüz bir ovadır.

Yılanlı Dağı`nda Koyunbaba Tekkesi mesire yeri her yeri gören güzel bir tekkedir.

Efza mesire yeri adında maarif erbabı, sadık aşıklar mekanı bir dinleme yeridir ki şehrin genellikle ileri gelenleri, seçkinleri yaşlı ve gençleri, şairleri ve meddahları, gazelhan, hanende ve şazende tatil günleri bu iç açıcı Efza mekanına gelip içip eğlenirler, köşe köşe Harzemşah nevruzu sohbetleri edip felekten zerre kadar kam aldık zan ederler. Efza adında bir her yerin seyredildiği bir Meram Bağdır.

PAUL LUCAS(1705)

Fransız asıllı bir doktor olan Paul Lucas 7 Ekim 1705 tarihinde şehre gelmiştir. Doktor olması nedeniyle şehir halkı tarafından büyük ilgi gösterilen Lucas, bu ilgiden çok memnun kaldığını belirtmiş ve Kayseri’den sonra gittiği yerlerde de hep bundan bahsetmiştir.
Şehrin çevresinde birtakım incelemeler yapan Paul Lucas, şehrin güneydoğusunda bazı yapı ve kalıntılar ile karşılaşmış ve kule şeklinde dediği bu yapılardan birisinin gravürünü de çizmiştir. Aslında Lucas’ın karşılaştığı bu yapı Eratna dönemine ait olan Sırçalı Kümbettir. Üzerindeki Farsça kitabe nedeniyle İranlılar tarafından yapıldığını yanlış olarak belirten seyyah, bu yapıların ölü kabri olduğunu ise doğru olarak tespit eder.
Şehrin etrafındaki gezisini güneye doğru devam ettiren Lucas, Erciyes eteklerine geldiğinde dağın yüksekliğinden ve yılın dört mevsiminde tepesinde bulunan kardan etkilenmiştir. Seyyah dağın eteklerinde bulunan antik Mazaka kentinin harabelerinden de ayrıntılı olarak bahseder. Bu harabelerin içinde özellikle 40 kız cesedinin bulunduğu mağarayı anlatan Paul Lucas, etrafta çok sayıda insan iskeleti yeraldığını ve bu iskeletlerin uzun zaman öncesine ait olmasına rağmen üzerinde hala derilerinin bulunduğunu ifade eder. Ama bu cesetlerin mumya olup olmadığı hakkında bilgi vermez.
Lucas’ın belirttiği bölge eski Mazaka kentinin Beştepeler civarındaki mezar odalarıdır. Burada 1960’lı yıllarda Kayseri müzesince kazılar yapılmış ve tümüsüler ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca Roma dönemine ait içi freskolarla süslü kaya mezarları da bulunmuştur.
Lucas, şehirdeki yapılar ve harabeler dışında sosyal yapı ve gelenekler üzerinde Batı ile kıyaslayıcı birtakım bilgiler de verir. Bu durumu Lucas şöyle anlatır:
“Şehir halkının çoğu terbiyeli ve nazik insanlardı. Çoğu şişman olmalarına rağmen boylarının uzun olması onları bir yerde avantajlı kılıyordu. Kadınlar ise Türkiye’deki diğer birçok kadına göre çekingendi. Fakat doktor unvanım birçok hareme girmemi sağlıyordu. Çok harem gördüm ve bu şehirde güzellikler eksik değildi. Gerçek güzellikten bahsediyorum. Çekicilik oturulan bölgeye bağlı değil, bu toplumların hayal gücüne bağlıydı. Bazen hoş olarak algılanan bir olay, diğer insanlarda ise önemli bir kusur olarak algılanıyordu. Türkiye’de kaldığım sürece beni her zaman şaşırtan bir şey fark ettim. Doğulular’ın zevk konusunda bizden daha zarif olmalarıydı. Kadınların doğru olan bu çekingenlikleri onları daha zarif kılıyordu. Daha az nesneyle sınırlı olunca duygular daha canlı kalıyor ve mutlaka biri diğeri için yani kadın ve erkek birbirlerini daha az yıpratıyorlardı. Onları birleştiren aşk da daha uzun süre bu sayede devam ediyordu.”
Paul Lucas şehirden ayrılırken duygulu anlar yaşamıştı. Kayseri’de yaşadığı rahatlığı diğer şehirlerde yaşamadığını belirten seyyah, kaldığı süre boyunca insanların kendisine yaşaması için gerekli yiyecekleri hergün getirdiğini, kadınların kendisine pastalar ve meyveler ikram ettiğini överek anlatmıştır. Lucas şehirden ayrıldıktan sonra Niğde’ye doğru yola çıkmıştır.

JOHN MC DONALD KİNNEİR(1813)

Şehrin, uçsuz bucaksız diye tanımladığı Erciyes’in eteklerinde kurulduğunu anlatan Kinneir, bu dağın iki kolunun ovada ilerleyerek kendi aralarında küçük bir çeşit körfez oluşturduğunu, şehrin bunların arasında yükseldiğini, taştan ve harçtan yapılmış evlerin bunların içinde çok güzel bir görünüm sunduğunu belirtmiştir.
Kinneir’in geldiği dönemde şehir, bir ticaret merkezi ve şehirlerarası bir ticaret pazarıdır. Kayseri’ye bu tarihlerde Suriye’den ve Anadolu’nun diğer kentlerinden getirilen pamuk, buraya gelen tüccarlar tarafından satın alınıyordu. Seyyah, şehrin demografik yapısı ile ilgili bilgiler verirken, dönemin diğer seyyahlarından farklı tespitler yapmıştır. Buna göre, şehrin toplum nüfusunu 5 bin olarak veren Kinneir, bu sayının bin beşyüzünün Ermeni, üç yüzünün Rum ve yüz ellisinin Yahudi olduğunu belirtir.
Kayseri’nin coğrafyası hakkında verdiği bilgiler ise daha çok tarihi topografya niteliğindedir. Seyyahın, bu bölümdeki açıklamaları şöyledir:

“Kayseri Ovası, batıdan-doğuya doğru kendini Malatya’da Fırat’a boşaltan Karasu ya da Kara Irmak isimli bir ırmak tarafından sulanır. Kızılırmak’ta olduğu gibi. ilk baharda karların erimesi sırasında ovaları sık sı su altıda bırakmasına karşın, Pers’deki Hamadan’ın dibindeki Elwend gibi, Erciyes Dağı ovada birden bire yükselir. Fakat onun yükselmesi çok daha önemlidir. Ülkenin her tarafı kuru ve kavrulurken, yılın bu mevsimi boyunca, yüksekliğinin yarısı sonsuz bir kar bağı ile kuşatılmıştır.”

Seyyah 5 gün kaldım dediği Kayseri’den ayrıldığı tarihi tam olarak belirtmemiştir. Batıya doğru devam ederek önce İncesu’ya uğramış ve ardından da antik Kastabala ve Kybistra kentlerini görmüştür.

CHARLES TEXİER(1834-1835)

1834 yılında Yozgat üzerinden Kayseri’ye gelen ünlü Fransız mimar ve seyyahı Charles Texier, şehir ve çevresi hakkında çok önemli bilgiler vermiştir.

Bugün 1 ziyaretçi (134 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol